8 Şubat 2011 Salı

Saklambaç

Bankaya geleli daha iki ay olmuştu. Bu kadar kısa süre içinde hem üstleriyle hem de diğer çalışanlarla ilişkilerini sıcak tutmuş, onların güvenlerini ve sevgilerini kazanmayı başarmıştı. Böyle sansasyonel bir olaya imza atacağını hiç kimse tahmin edemezdi. Hatta flört etmeye başladığı Ahmet bile...
Sabah, mesai başladığında her şey olması gerekenden farksızdı. Neşe ile selamlaşmalar, sabah çayı ve yanında simit. Öğlene doğru artan iş yoğunluğuyla birlikte gerginlik de artıyor, cevaplar kısa ve net olarak karşılığını buluyordu. Bir yerlerden sızan sessiz çığlıklar bankaya hakimdi şimdi.
O sırada Ahmet'in odasında bir telefon çalıyordu. Beşinci çalışından sonra açmaya karar verdiği Ezgi'nin telefonunu gergin bir sesle yanıtladı Ahmet. Karşı taraftan gelen yanıt ile de adeta kanı dondu. Buz kütlesi gibi öylece kıpırdamadan yerinde kaldı Ahmet. Aynı anda içeri giren Ezgi, yanlış giden bir şeylerin olduğunu farketti. Duymak istemediği bir cevap almaktan korkarak ne olduğunu sordu. Ahmet, bir anda kendine geldi ve hiçbir şey olmamış gibi davranarak bir müşteriye sinirlendiğini söyledi. Bu sırada Ezgi, telefonunun Ahmet'in elinde olduğunu farketti. O anda hissettiği korku ve tedirginlikle telefonunu çekip aldı Ahmet'in elinden. Telefonunu orada unuttuğunu ve almaya geldiğini söyledi. Ahmet, odadan çıkan Ezgi ve elindeki telefonun arkasından bakarak öylece kaldı odasında. Bir karar vermesi gerekiyordu ve beklemeyi seçti.
Ezgi, odasına girer girmez telefonunun aramaya kayıtlarına baktı ve son arayan numarayı gördüğünde korkusu bir kat daha arttı. Her şeyin bittiğini düşünerek paniğe kapıldı. Bir şekilde işleri düzeltecek bir yol bulmalıydı. Şimdiye kadar hep böyle yapmıştı. Zorluklarla mücadele etmeyi ve iyi çıkarımlar yapmayı her zaman becermişti. Kendisini biraz toparladığında dikkatlice düşünmeye başladı. Ahmet'in durumu garipti, yüzünde garip bir şaşkınlık vardı ama nefret görememişti gözlerinde. Demek ki önemli bir şey söylememişti telefonun diğer ucundaki. Öyle olsa o kadar sakin olamazdı Ahmet, mutlaka bir şekilde belli ederdi. Olmamıştı işte, korkacak bir şey yoktu. Tedirgin davranışlarını bir kenara bırakmalı ve Ahmet'e hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etmeliydi. Bu düşüncelere kendisini inandırdığında mesai bitmek üzereydi.
İş çıkışında Ahmet'e dışarı çıkmayı teklif etti. Durumu soğuk kanlılıkla karşılayan Ahmet, kabul etti ve akşam yemeklerini yemek üzere Ezgi'nin en sevdiği restorana gittiler. Birbirlerinden gizledikleri duygular ve düşünceler eşliğinde sahte kahkahalar atarak çıktılar oradan. Ezgi'nin evinin önüne geldiklerinde ilk kez eve davet edildi genç adam. Kabul etti ve birlikte yukarıya çıktılar. Kendilerine birer kadeh alıp koltuğa oturdular. Fakat Ahmet yerinde duramıyordu. Kalkıp odanın içinde dolaşmaya başladı. En iyisi camın önünde durmaktı. Öylece biraz vakit geçtikten sonra Ahmet artık hazırdı. Dışarıdan bir araba sesi duyuldu ve az sonra kapının zili şiddetle çaldı. Şaşırarak yerinden kalkan Ezgi, hiç kimseyi beklemediğini söyleyerek kapıyı açtı. Karşısında nişanlısını gördüğünde ise oracıkta bayılabilirdi. İçindeki korku ve tedirginlik O'nu boğmuştu. Bir an nefes alamadığını zannetti. Nişanlısı ise Ezgi'nin tepkisiz kalmasına bir anlam veremeyerek O'na sarıldı. O anda içeride başka bir adamın olduğunu farketti. Ezgi'yi iterek içeriye girdi.
Sabah telefonda karşılaşan seslerin sahipleri artık yüz yüzeydi. İzmir'deki nişanlısı, tayini İstanbul'a çıkan Ezgi'yi  ziyarete gelmişti. Otobüse binerken aradığı nişanlısının telefonunu başka bir arkadaşı cevaplamış ve adam, iş arkadaşı zannettiği adama söylemişti nişanlısını ziyarete geleceğini.
Genç adam, Ahmet ile konuşuyordu şimdi. Ezgi ise nişanlısı içeri girdiğinde çoktan kapıdan çıkmış ve kaçmaya başlamıştı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder