31 Ocak 2011 Pazartesi

Hatırlıyor musun?

Denizin dibindeyiz şimdi. Her şey ne kadar da net. Sevgilim de yanımda. Bir adama balık adam kıyafeti ancak bu kadar yakışabilir. O'nu düşünmekten kendimi alamıyorum. Bak şimdi de elimi tuttu, nasıl da sevgiyle bakıyor yüzüme. Dur çekiştirme sevgilim. Koşmak mı istiyorsun? Peki, biraz çocukluk yapmak bizim de hakkımız. Saklan o zaman. 10'a kadar sayacağım ki çok uzağa gitme. Gözlerimi açmıyorum, tamam.
Elektrikler mi kesildi? Neredesiniz? Hiçbir şey göremiyorum. Anneee! Neyse mum yandı. Bana masal anlatsana baba. Ya da dur, anlatma. Gölge oyunu yap hadi. Tıpkı çocukluğumdaki gibi. Ellerini uzat, dur bakalım tahmin edeyim. Köpek yaptın, bildim değil mi baba?
Sahi Köpük nerede? Köpük, gel kızım. Ver patini, aferin. Hadi bakalım, gel biraz dolaşalım seninle. Parka gidelim mi?
Dedeeee! Bak nasıl sallanıyorum ben. Daha hızlı sallanacağım şimdi. İzle beni, bak uçuyorum. Korkma, bana bir şey olmaz.
Kahretsin! Ne oluyor böyle? Düşüyorum sanırım. Aşkım neredesin? Seni göremiyorum. Ses ver, konuş benimle. İyi misin?
Neden kimse benimle konuşmuyor? Burada unuttunuz beni. Çok yalnızım. Lütfen yardım edin. Biri elimi tutsun, üşüyorum. Diğerleri nerede? Arkadaşlarıma ne yaptınız? Rahat bırakın bizi. Yalvarırım bir ses, bir ışık...
Kim var orada? Canım yanıyor. Beni duyuyor musunuz? Uyumak istiyorum. bu acıyı unuturum belki o zaman. İnadına mı yapıyorsunuz? Hadi ama, sadece küçücük bir şey istiyorum.
Ne taktınız yüzüme? Maske mi bu? Burnumda da, inanamıyorum, her yanımda bir şeyler var hissediyorum.
Anne, oradaki sen misin? Duydum sesini. Babam da orada biliyorum. Beni hiç bırakmazsınız ki siz. Sevgilim nerede peki? O da bırakmaz beni, nerede söyleyin. Ya peki arkadaşlarım? Ne oldu onlara, neredeler? Söyleyin lütfen.
Dur! Hatırlıyorum. Tatile gidiyorduk biz. Ama burası otel odası değil ki. Neredeyim ben? Çok soğuk burası, üşüyorum.
Bir saniye, hatırlıyorum. Arabadaydık, evet. Karşıdan gelen tır mıydı, yoksa kamyon mu? Emin değilim. Yerimizden fırladık, kaza oldu sanırım. Elimi tutan el nereye gitti peki? Sonra ne oldu? Hatırlayamıyorum.
Aşkıııımmmmm!

27 Ocak 2011 Perşembe

Gerçek mi?

Sıkıca yumduğu gözlerini yavaşça araladı. Artık yüzleşmeye karar vermişti. Gözlerini tamamen açtığında kimseyi göremedi. Yattığı yerden doğrularak kalktı ve yatağın ortasına oturdu. Bir ses işitti. Sağa sola bakındı. Kimse yoktu, ürperdi. Tekrar yatmaya karar verdiğinde gözüne bir şey takıldı. Dolabın üstüne baktı, orada oturuyordu.

Olduğu yerde öylece kaldı. Ne hareket edebiliyor ne de konuşabiliyordu. Şaşkınlık, korku, heyecan... Bir süre sonra kendisini biraz toparladığında sorular sormaya başladı. Kimdi O? Neden buradaydı? Neden daha önce değil de şimdi gelmişti? Beyninin içinde bu sorulara cevap ararken artık korkmadığını fark etti. İçinde hissettiği eksiklik birden tamamlanıvermişti sanki. İçten içe beklediği şey gelmişti.

Günler daha farklı geçiyordu artık. Her yere birlikte gidiyor, birlikte vakit geçiriyorlardı. Yalnız kaldıklarında sürekli konuşuyor, hiç susmuyorlardı. Yanlarında başkaları varken O hiçbir zaman söze karışmıyor, sadece bir köşeden izlemekle yetiniyordu. Önceleri başkaları yanındayken O'nun varlığından tedirgin oluyor, fark ederler diye çok korkuyordu. O'nu yalnızca kendisinin görebildiğini ve duyabildiğini anladığında rahatlamıştı. Artık kalabalıklar içinde yalnız değildi. O, hep yanındaydı. Aklından geçenleri okuyabiliyor, zor anlarında ne yapması gerektiğini önceden söylüyordu. Bu durum O'nun gerçeği olmuştu. Gerçek ise sadece O'na özeldi. Gerçek, O'nun gerçeğiydi...

Yıllar sonra yine karanlık bir gecede geldiği gibi karanlık bir gecede gitmişti. Çocukluğa veda etmek, hayali arkadaşa da veda etmek demekti. Artık O'nu heyecanlandıran şey gizli bir gerçek üstü arkadaş değil; her gün okulda gördüğü sarı saçlı, yeşil gözlü güzeldi. Karnının içinde hissettiği o titreyen kelebekle büyümüştü küçük adam. Büyümüş ve ilk aşk ile tanışmıştı. Gerçek, işte şimdi tam da oradaydı.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Hayat Oyunu

Adının önemi yoktu. Önemli olan hikayesiydi. Ama bir hikayesi de yoktu. Daha doğrusu O, öyle olduğunu sanıyordu. Kitap gibi olmalıylı O'na göre hayat. Her sayfada dolu dizgin aşk, tutku, ihtiras, mutluluk, acı, heyecan, hüzün, entrika... Her yeni gün, yeni bir olayla başlamalı ve sona ermeliydi. Kaleme alınmaya değer bir hikayesi olmadığını düşündüğünde bir karar verdi. Kendi hikayesini kendisi yazacaktı. Önce yazacak, sonra oynayacaktı hayatını. Tıpkı bir tiyatro oyunu gibi. Hayatı, sahnesi olacaktı, O da başrol oyuncusu.

Önce kimliğini değiştirdi. Yeni bir benlik yarattı kendisinden. Yeni bir semte taşındı. Yeni bir işe başladı. Yeni kıyafetler aldı, farklı müzikleri dinledi. Bambaşka bir hayat yaşamaya başladı. Önceleri mutlu oldu yarattığı bu dünyada. Kendisini yeniden keşfettiğini sandı. İçinde başka bir kişiliğin can bulmaya başladığını hissetti. Hayatı ve çevresi tamamen değişmişti. Fakat bir süre sonra bir şeyler fark etti. Akşam, yastığa başını koyduğunda düşündükleri ağır gelmeye başladı. Her gece bir sonraki günün provasını yapmak O'nu yoruyordu. Birbirine benzemeyen, kendi içinde farklı anlamlar taşıyan günler yaratmak zor olmaya başlamıştı. Ama kararlıydı, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu oyundan vazgeçmeyecekti.

Bir gün, bir kadın girdi hayatına. Düzenli ve gerçek bir hayat yaşayan bir kadın. O kadının hayatına girebilmek için çok plan yaptı, çok senaryo yazdı. Başaramadı, kabullenemedi. Yazdığını oynamaya alışmıştı. Bu, O'nun oyunu, O'nun hayatıydı. Vazgeçmedi. Her gece yeni bir senaryo yazdı. Aylarca uğraştı, olmadı. Oynadığı oyuna kendisini o kadar çok kaptırmıştı ki artık duygularından da emin olamıyordu. Gerçekten seviyor muydu bu kadını, yoksa sadece oyununun bir parçası olmasını mı istiyordu, bilmiyordu.
Bekledi, yazdı. Sildi, tekrar yazdı. Üstünü çizip bir daha yazdı ama olmadı. Bu sorunun cevabını hiç bir zaman bulamadı...

20 Ocak 2011 Perşembe

Zincirleme

Anahtar kilitle buluştu ve kapı açıldı. İçerisi karanlıktı ama ışığı açmadı. Salona geçip koltuğa uzandı. Sokak lambasının aydınlattığı salonda birşeyler arar gibi etrafa baktı. Gözü, masanın üstünde duran şişeye takıldı. Koltuktan kalkıp masaya doğru giderken birden geri döndü. Banyoya doğru ilerlerken üstündekileri çıkarmaya başladı. Musluğu açtı ve dolmaya başlayan küvetin içine kendisini bıraktı.
Aradan kaç saat geçtiğini tahmin etmekte zorlandı. Üç saat mi, yoksa daha fazla mı?
Şimdi bir barda tek başına içkisini yudumlarken bir yandan da bugünü düşünüyordu. Daha önce hiç böyle bir duyguyla sarsılmamıştı. Halbuki bu ilk değildi. Buna rağmen zihninde canlanan görüntü ve seslere engel olamıyordu. Bu kez neydi farklı olan bir türlü anlamıyordu. Kendi kendine sorular soruyor, cevap bulamıyordu. Bir yandan da sorduğu sorularla birlikte içki kadehleri de artıyor, her yeni yudumda O sert adam biraz daha yumuşuyordu.
Oradan ayrılmaya karar verdiğinde gece yarısını biraz geçmişti. Eve gitmek istemedi, sahil yoluna doğru yürümeye başladı. Boş bir bank gördü ve hiç düşünmeden oturdu. O anda düşündüğü tek bir şey vardı. Derken zihninde bir aydınlanma hissetti. Sorularına verilecek cevapların kaynağını bulmuştu.

7 yaşındaydı. Tuttuğu elin verdiği sıcaklık ve güvenle etrafına bakınıyor, alışveriş yapan insanları izliyordu. İlk kez annesiyle birlikte alışverişe çıkmıştı. O güne kadar annesi alışverişe gittiğinde komşu teyzesiyle evde kalırdı. Tıpkı annesi işe gittiğinde O'nunla kaldığı gibi. İçindeki çocukça neşe ve mutlulukla yürürken gözü tezgahtaki renkli şekerlere takıldı. Annesi bunu farkettiğinde şekerler artık elindeydi. O sırada anlayamadığı bir kargaşa başladı. Çığlıklar, koşturmalar, silah sesi; korkunç bir gürültü. Rüzgar gibi geçen adamı ve annesinin yerde yatan bedenini aynı anda algıladı. Şekeri elinden düştü, annesine sarıldı, aplamaya başladı. Bir yandan annesine sorular soruyor, bir yandan da yaşananları anlamaya çalışıyordu. Fakat ne olanları anlayabilmiş ne de annesinden bir cevap alabilmişti. Tek gerçek annesinin yerde yatan cansız bedeniydi.

Başlayan yağmurla birlikte geçmişten ayrıldı. Bugünkü çocuk, O'na kim olduğunu hatırlatmıştı. Bir zamanlar O da çocuktu ve bugün ağlayan çocuğun yaptığı gibi annesine sarılmış, sorularına cevap arıyordu. Yalnız bugün aralarında tek bir fark vardı. Bugün ağlayan çocuk değil, ağlatan adamdı. Düşündü. O'nu bu hayatı yaşamaya iten tek sebep o gün, o adamın silahından çıkan kurşundu. Şimdi O da tıpkı annesinin katili giibi başka bir çocuğun hayatına o uğursuz mermiyi sokmuştu.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Üç Kişilik Hayal, Tek Kişilik Gerçek

Hepimizin hikayesi aynıydı önceleri. Çok çalışacak, sınavı kazanacak, okuyup kurtaracaktık kendimizi bu hayattan. Şartlar bugünkü gibi değildi o zamanlar. Kadının okulda yeri yoktu, evde olmalıydı kadın dediğin. Bu düşünceyi ve hayatı benimseyememiştik biz. Geceleri buluşup gizlice ders çalışır, gelecekle ilgili hayaller kurardık. Neriman, çocukları çok severdi. "Ben öğretmen olacağım" derdi. Hatice, heyecana bayılırdı. Gazeteci olacağını söyler, yapacağı haberlerin hayaliyle yaşardı. Ben de o günlerde karar vermiştim mesleğime. Edebiyat okuyacak ve bizimkine hiç benzemeyen hikayeler, romanlar yazacaktım.
Yine öyle ders çalıştığımız bir geceydi. Neriman gelmedi. Bir yandan Hatice ile ders çalışıyor bir yandan da Neriman'ın neden gelmediği konusunda fikir yürütüyorduk. Fakat hiçbir tahminimiz doğru çıkmadı. Neriman aramıza bir daha dönmedi. O'nu son gördüğümüzde yüzüne beyaz bir tül vardı. Ama o peri kıyafeti gibi gelinliği bile yüzündeki hüzün ve acıyı örtmeye yetmemişti. Arkadaşımız, yoldaşımız birkaç bilezik ve para uğruna hayallerine veda etmek zorunda bırakılmıştı. Ayrılırken bize sarıldığında fısıldadığı son cümle hala kulaklarımda: "Benim için çok çalışın, hayallerim sizinle yaşasın." O günden sonra bir daha hiç görmedik Neriman'ı. Ama asla unutmadık.
Sınav günü sonunda gelmişti. Sabah erkenden Hatice ile buluştuk. İkimiz de bütün gece heyecandan uyuyamamıştık. Sınav yerine vardığımızda birbirimize sarılıp aynı sözleri söyleyerek ayrıldık: "Neriman ve hayallerimiz için başaracağız." Sınavdan çıktığımızda yüzlerimiz gülüyordu. Geleceğimize güveniyor ve başaracağımızı iliklerimize kadar hissediyorduk. Başardık da. Hayallerimizle dolu iki zarf bize ulaşmıştı. Yerimizde duramıyor, sevinçten ne yapacağımızı bilemiyorduk.
İlk ayrılan ben oldum hayallerimizin merkezinden. İstanbul'a gidiyordum. Çantamdaki kitaplar ve günlüğümle, hayallerime merhaba demeye. Hatice benden bir hafta sonra çıkacaktı yola. Ankara'ya gidecek ve başarmanın zaferi ile büyük bir adım atacaktı geleceğe. Olmadı. Kaderine karşı duramadı arkadaşım. Ölüm, O'nu zafer yolunda yakaladı.
Hatice'nin vefat haberini aldığımda yurttaydım. İnanamadım, yıkıldım, ağladım, her şeyimi toplayıp geçmişe geri dönmek istedim. Umutla süslediğimiz hayallerimizle dolu günlere dönmek. Düşündüm, günlerce hiçbir şey yapmadan öylece yatağımdan tavanı izleyerek düşündüm. Acımı hafifletecek sebepler aradım, bulamadım. Bir karara vardığımda arkadaşlarım ve hayallerimiz için büyük bir adım attım. Üç kişilik hayallerimizi tek başıma sırtlandım.   Geçmişimizi asla unutmadan geleceğe odaklandım. Kitaplarımı arkadaşlarıma hitaben yazdım. Onları, yazdığım satırlarda yaşattım. Neriman için çocuklara ders verdim, Hatice için bir gazetede yazılar yazdım. Aslında ben, arkadaşlarımdan hiç ayrılmadım.

18 Ocak 2011 Salı

Kabullenmek Zordur

Çalar saatin sesiyle uyanmak en nefret ettiği şeylerden biriydi. Saatin zil sesini en sevdiği şarkı olarak seçmesi bile bu nefretin önüne geçemedi. Nefretine doğru uzandı ve tuşa dokunduğunda açıldığı uyku denizinden sıyrıldı, bedeni sahile ulaştı. Yüzü soğuk su ile buluştuğunda gerçek yaşama dönmüştü artık. Sonra bir ferahlık hissetti diş macununun verdiği mentollü tatla birlikte. Her zamanki gibi yatağa oturup kıyafetlerini izlemedi, dolabı açıp bir elbise seçti. Bugün onun için önemliydi ne de olsa. Huyu olmadığı halde bir gece önceden düşünmüştü ne giyeceğini. Makyajını yapıp vazgeçemediği kırmızı rujunu sürdükten sonra hazırdı artık. Kapıyı açıp rüzgarın serinliğini yüzünde hissedince biraz ürperdi. Şalını boynuna sarıp bu dünyadan değilmiş gibi yürüyüp geçmeye başladı insanların arasından. Sanki O yürümüyor da çevresi akıyor gibiydi. Her adımda yeni yüzler vardı ama soluk ve anlamsızlardı. Aradığı yüzü bir türlü aralarında bulamadı. Sonra daha dikkatli bakmaya başladı. O'na ait bir iz, bir koku aradı. Aradan 1 saat geçtiğinde her şey daha da karıştı. Gördüğü herkes O'na benzemeye başlamıştı. Önünde yürüyenlere hızla yaklaşıyor, gerçekle yüzleşince şaşkın ama umut dolu gözlerle yürümeye devam ediyordu. Büyük günün o gün olduğunu hissediyordu. Bulacaktı O'nu, emindi. Tıpkı her sabah aynı tepkiyle uyanıp, aynı kıyafetleri seçip, O'nu bulmak için dışarı çıktığı gibi...

6 ay, 8 gün önce sıradan bir sabahtı. Çalan alarmı susturmak için eli, saate uzandı. Sevdiği adam, O'ndan önce uyanmıştı. Yanındaki boş yastığa burnunu dayadı ve içine çektiği kokunun sarhoşluğuyla yataktan çıkmayı başardı. Banyoya doğru yürürken birden kapı açıldı ve "hayatımın anlamı" dediği adam yanağına sevgi dolu bir öpücük bıraktı. Yüzünü yıkarken adamın kesik kesik gelen sesini duydu ama tam olarak anlayamadı. En son "hemen dönerim" dediğini hatırladı. Kahvaltı için sahildeki simitçiden simit almaya gittiğini düşündü. Karısının simite bayıldığını biliyordu ne de olsa. Kocasını ne kadar çok sevdiğini düşünerek kapıyı açtı, banyodan yatak odasına doğru yürüdü. Dolabın kapısını açıp boş gözlerle kıyafetlerine bakmaya başladı. Sonunda karar verdi ve askıdaki elbiseyi üstüne giymeyi başardı. Makyajını yapıp kırmızı rujunu da sürdükten sonra mutfağa geçti. Demlenmiş çayın kokusu mutfağı sarmıştı. Demek ki yanılmamıştı; sevdiği adam, O'na kahvaltı hazırlamış ve simit almak için çıkmıştı. Bütün bunları düşünürken gözü birden saate takıldı. Neredeyse yarım saat olmuş ama beklenen gelmemişti. Pencerenin önüne geçti, sokağın başında O'nu gördüğünde hemen koşup kapıyı açacak ve sevgi dolu bir öpücükle karşılayacaktı kocasını. Ama hiç bir zaman bu istek gerçek olamadı. Beklenen geri dönmedi.